5 Aralık 2015 Cumartesi

PATASANA - Ahmet ÜMİT

Kitap Adı : Patasana
Yazar Adı : Ahmet ÜMİT
Yayın Evi : Doğan Kitap (20. Baskı)
Sayfa Sayısı : 402 sayfa

Ne zamandır okumak istediğim bir kitabı okuma fırsatım oldu sonunda. Tahmin ettiğim gibi yine iyi bir Ahmet Ümit kitabıydı.



Olay kurgusu  yine çok iyiydi.  Romanın türü Arkeoloji, Aşk, Cinayet, Tarih, Polisiye  diye özetleyebiliriz sanırım. Kuru kuru sadece bir olay kurgulayan yazarlardan ziyade Ahmet Ümit romanlarında aynı zamanda birşeylerde öğretiyor insana. Sanırım benimde Yazarın romanlarının  en sevdiğim yanı  bu.

Hem geçmişten günümüze Mezopotamyadan Güneydoğuya yaşanan sosyal, toplumsal sorunlara atıfta bulunuyor ve tarafların gözünden olayları anlatıyor. Acı olansa insanlığın başından beri süren ve tamamen insanların iktidar hırsı,kendi gücünü kanıtlama, güçsüzü ezme güdüleri yüzünden yaşanan savaşların,soykırımların hala sürüyor olması. Ve sürmeye de devam edecek olması. Kitabı okurken aslında herkesin kendince bir parça haklı olduğunu düşündürüyor. Yazarında dediği gibi "insan benliğine kazı" yapıyor bir nevi.

Güneydoğuda Arkeolojik bir kazı sırasında Hititlerden kalma bir saray yazmanının kendisiyle hesaplaşmak için gayri resmi olarak yazdığı tabletlerin bulunmasıyla beraber, günümüzde meydana gelen esrarengiz cinayetlerle iç içe geçiyor olaylar.


Polisiye roman seviyorsanız hele bir de arkeolojiye, tarihe ilginiz varsa kaçırmamanız gereken bir roman Patasana, Eğer bunların hiçbiriyle alakanız yoksa da yine de okumalısınız ve artık ilgili olacaksınız hepsiyle. :)

Romanda yazarın farklı karakterlerin ağzından yaptığı aşk tanımlamarı çok hoşuma gitti.
Özellikle Amerikalı Arkeolog Timothy'nin Aşkla ilgili bir tespiti vardır ki, katılmamak ne mümkün! 

"Aşk da tıpkı tanrıça gibidir; yani muhteşem bir yanılsamadır. Öncelikle erkeklerin icadıdır. Erkeğin açmazı da budur işte. Bir yandan kadın kendisine ait olsun diye aileyi kurar, öte yandan gözü komşunun karısında kalır... Ama kadınlar için durum daha vahimdir. Çünkü anaerkil dönemde pek çok sevgilisi olan kadın, ataerkil dönemde bir erkeğin malı olarak evine hapsedilmiştir. Onun gözünün de komşunun kocasında, oğlunda kalmasından daha doğal ne olabilir? Ama bu istek yasaktır, günahtır, ayıptır, işte aşk bu ulaşılmazlıktan doğar.... 
Aşk, ulaşamayacağın birini abartarak, onun kafandaki idael kişi olduğunu sanarak tutkuyla bağlanmaktır. Aradaki engeller ne kadar artarsa bu yanılsama o kadar tutkulu olacaktır. Nasıl tarih öncesi atalarımız doğum olayını çözemediği için kadınlardan tanrı yaratmışsa, biz de yolumuzun kesiştiği birini yaşamımızın vazgeçilmez kişisi sanarak, neredeyse ona tapınmaya kadar varan bir bağlılık yaratmışız ,Kanımca aşk, o ilkel abartma duygusunun günümüze kadar gelmiş halidir. "

Alman Arkeolog Bernd 'in  Timothy'nin bu görüşüne verdiği cevapsa; "Haklı olabilirsin ama binlerce yıllık ilkel bir düşünüş biçiminin yarattığı bir alışkanlık olsa da, saçma sapan bir yanılsama sayılsa da, insana mutluluktan çok acı verse de aşksız geçmiş bir ömür bence fakir bir yaşamdır." Bernd'in  o sert karakterinin yanında  aşka bakışı gerçekten imrenilesiydi. 

Patasana'yı, Aşmunikal'e olan aşkını çok sevdim. Hele o Fırat nehrinin tanımlamaları var ki.... "Gündüzleri sevgilinin gözlerine yansıyan ışıktır' derdi, geceleriyse sevgilinin çözülmüş siyah saçları.' Babama sorsanız alacağınız yanıt belliydi: "Düşmana kaptırılmaması gereken bereketli bir sudur Fırat."
Okumanız için sizi hala etkileyemediysem eğer bir de fragmanını izleyin belki fikriniz değişir ;) 


Bir sonraki yazımda görüşmek üzere Hoşçakalın :) 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder